Tuesday, March 13, 2007

teslim hırkası, sıraç, yordam, ruh, taht, deve yavrusu, has, sih, müddet, cebir, nil, viyana, hal, hilal, rasyonel, sedef, damla, ruz, daim

yukardaki kelimeleri ayşe verdi bana, ben masumum :)

"ruz be hayr" dedi genç kadın, çok güzel kara gözleri vardı, başörtüsünün altından çıkan saçları da kapkaraydı, ismini sorsam kesin leylaydı. ama sormadım. bir müddet öyle kaldım. sonra "ruz be hayr" dedim. "ben bir has kul arıyorum" dedi. şaşırdım. sonra anlatmaya başladı, mısırlıymış, nil kenarında bir ermişle ettiği sohbetlerden bahsetti, ermiş ona bir yüzük vermiş nil rengi, bu yüzüğü viyana'da aziz johns wort'a götür demiş. yüzüğü almış ve hiç birşey sormadan yola çıkmış.

az gitmiş uz gitmiş varmış bu memlekete, sokaklarda dolanmış biraz. bu hiç bilmediği şehrin sokaklarında aziz johns wort'u sormuş, "guten tag" demiş, "ben aziz johns wort'u arıyorum." gülmüş karşısındaki kişi, niye güldüğüne anlam verememiş kadın. (leyla diyorum bundan sonra kendisine) sorduğu adam ona bir eczane göstermiş, "demek aziz john aynı zamanda bi eczane işletiyor" diye geçirmiş içinden leyla garipseyerek, tüm yol boyunca aziz johns u hep bir kilisede göreceğini hayal etmiş. neyse sonra tarif edilen adrese gitmiş, "guten tag" demiş, "ben saygıdeğer aziz johns wort'u arıyorum " eczacı kadın müstehzi bir tavırla , buyrun diyip bi ilaç kutusu uzatmış. "bu nedir" demiş leyla, "bu aziz johns wort işte" demiş eczacı, "bildiğin sarı kantaron". leyla almış kutuyu, çıkmış eczaneden, "merhaba aziz johns" demiş "biliyor musunuz ben bunca yolu sizi bulmaya geldim, size bu yüzüğü verecektim". . sonra otele dönmüş, su bardağına bir kaç damla aziz damlatmış. içmiş ve kendinden geçmiş.

uyandığında otel odasında değilmiş tabii ki... hemen alice aklına gelmiş ve mantarlar. dönmüş yanı başında oturan sihe gülümsemiş, sih de sevinçle "demek uyandın " demiş, "günlerdir senin uyanmanı bekliyorum, sana kendi elimle yaptığım bitkisel ilaçlardan içirdim, uyanacağını biliyordum. " .." siz kimsiniz burası neresi?" demiş leyla, "hindistan'dasın ben aziz sih johns wort" demiş sih. leyla gülmüş, "saçmalamayın lütfen aziz johns wort sarı kantaron hapına denir, bakın " diyip elini cebine atmış, fekat şişe yokmuş cebinde, o sırada fark etmiş ki yüzük de kendi parmağında değil de sihinkinde, öfkeyle bağırmış "hırsızsınız siz, aziz falan değil, benim için kutsal bir değeri olan bu yüzüğü aldınız ".. sih sakin bir şekilde yanıtlamış " sen rasyonel olmayı cebir dersinde bırakıp çıkmadın mı, nil kenarında ettiğin sohbetlerle, hiç sorgusuz başka diyarlara gitmenle bunu ispatlamadın mı? sen yolu mısır viyana arasından yordamı nil kenarından öğrenmedin mi? " bunu duyan leyla mahçup olmuş, "tamam" demiş size inandım, sih "hayır daha inanmadın" demiş. ona kremalı mantar çorbası içirmiş ve çorba bitene kadar da hal ile alakalı bazı sırlar vermiş. sonra çorba bitince de unutturmuş. leylanın uykusu gelmiş, uyumuş.

uyandığında hindistan'da değilmiş elbette... viyana'daki otel odasında uyanmış, "ooh hepsi bir rüyaydı" diye geçiriyormuş ki içinden sokaktan gelen radyo sesine kulak vermiş "isfahan'ın sesi"... "ooo yooo" demiş. camı açıp sokağa bakınca iran'da olduğunu anlamış. dolabı açmış ve kara bir başörtü bulmuş. başına geçirmiş ve sokağa çıkmış. sonra işte yolda beni görmüş. ve bana bu hikayeyi anlatabileceğini düşünmüş.. işin ilginci ben bu kadın çıldırmış diye düşünmedim hiç. hepsini sabırla ve sükunetle dinledim. bana gayet gerçek geldi anlattıkları. bir ara anlattığı bazı şeyleri kaçırdım, deve yavrusuyla alakalı bir şeyden bahsediyordu ama eminim ki o anlattığı da yine makul birşeydi. hangi ara kaçırdığımı da söyleyeyim. taht-ı revan ile gelen bir adam gördük sokakta. bu alıştığımız bir manzara değildi, ama bugün pek alışılagelmiş günlerden değildi zaten.. adama şöyle seslendi leyla " tahtında gözüm yok da revan olmak isterim" taht-ı revanı taşıyanlar durdu, adamı aşağı indirdi. yüzü sıraç gibi parıl parıldı, hilal kaşlarının altından bakan gözlerinde merak ile yakınlık geziniyordu. çıkardı sırtından hırkasını verdi leyla'ya. al bu hırkayı dedi. dönüp bana açıkladı "bu teslim hırkasıdır". sonra bana parmağındaki sedef yüzüğü verdi ve dönüp leyla'ya açıkladı "bu da sedef yüzüktür. ruhunuz huzur bulsun daim."

11 comments:

Anonymous said...

pek latif bir hikaye.

pur said...

:) başlığın uzunluğundan yorumun görünmüyor fever ama gördüm ben teşekkürler..

Anonymous said...

hepsi ayşe'nin suçu :)

Anonymous said...

cezama razıyım

pur said...

ya ayşe kaybolup durma, mesajlarıma cevap ver, kafamı bozma. hem suçlu hem güçlü hem kel, hem fodul hem de hem de ayşecik ve alpella.

Anonymous said...

aziz john's wort'u rahmetle anıyorum

pur said...

:) ben de seni hep rahmet ve dua ile anarım yardımcı erkek oyuncu adayı.

cenkunal said...

Güzel bir hikaye.
Varlık...
Gerçeklik...
Hiçlik...
Bilim ve duygular dünyası.
Leylalar var mı ki hala aramızda?

pur said...

vardır muhakkak, leylasız dünya mı olur?

Anonymous said...

pur ne hikayeydi :) amak-i hayalle simyaci arasinda köse kapmaca oynarken disarda kaldim.
hikaye-i pur, devam et sen :)

pur said...

:) ederim inşallah. ayşeye söyleyelim suç işlesin.