Monday, March 29, 2010

hayyam



hiç hiçbir şey bilmiyorlar
bilmek istemiyorlar
hiç hiçbir şey bilmiyorlar
bilmek istemiyorlar

şu cahillere bak
dünyanın sahibi onlar
şu cahillere bak
dünyaya egemen onlar

onlardan değilsen eğer
sana zalim derler
onlara aldırma hayyam
dostum, dostum...

hiç hiçbir şey görmüyorlar
görmek istemiyorlar
hiç hiçbir şey görmüyorlar
görmek istemiyorlar

şu cahillere bak
dünyanın sahibi onlar
şu cahillere bak
dünyanın hakimi onlar

ben bu şarkıyı seviyorum ama biraz sorunlu bence :)
sen ona cahil de, o sana zalim desin geçinip gidin gül gibi. ama ben sevmiyorum bir grubun aidi olup dışardakine cahil demeyi.

Thursday, March 11, 2010

2049

"ademoğlu günlerden ibarettir her gün bir parçası eksilir " demiş biri, bana da sanki her gün biraz daha örülüyoruz gibi geliyor. dün, bugün ve yarınla.
geçen gün biri dedi ki " zaten herşeyi unutur o, unutmaya meyyal" üzüldüm bunu duyunca, o unutmaya meyyal kişinin haline, gördükleri rüyaları hiç hatırlamayanlara da üzülürüm. bildiğimiz kadarıyla dünya gözüyle bir tanecik hayatımız var. insan unutmak için mi yaşar o biricik hayatı?

zaman


akan ve duran şeyler üzerine düşünmeyi çok küçükken, dedemin çoruh'a bakan yazıhanesi sayesinde öğrendim. balkondan aşağı bakarken apartman yüzüyor gibi hisseder, bu hissi severdim.
bir keresinde daha 6 yaşında ya var ya yokum, kaçıp gitmişim dedemin yanına, küçük bir çocuk için uzun bir yoldu epey.
dedemi özledim şimdi ve çocukluğumu.

Monday, March 01, 2010

konuşmak

çok sevdiğiniz çok kıymet verdiğiniz biriyle konuşacak ortak bir konunuzun kalmadığı oldu mu?
konuşmanın sık sık tıkandığı, konuşsanız da ortaya kocaman bir yabancılığın çıkacağı anlar?
belki de yabancılık çıkmalıdır ortaya.

yazıdan uzun edit: bana "bu tıkanmayı yaşadığın kişi ben miyim" diye soran veyahut bunu kendi kendine düşünen sevgili arkadaşlarım, bu konu gayet alakasız bir yerden düştü aslında aklıma. leyla ipekçi için ayşe arman bir yazı yazmış, onu gördüm. eski dostmuşlar da sonradan yabancılaşmışlar, leyla dine merak sarmış, artık ayşelerle alışverişti, modaydı filan konuşmak ilgisini çekmiyormuş. düşündüm sonra, insanlar dostlukları konuşarak kuruyorlar. sonra mesela değişiyorlar aynı yönde yahut aynı hızda olmuyor diyelim değişimler, o zaman ortak konular azalıyor, konuşmalar tıkanıyor, tatsızlaşıyor. ve insan dostunun kendisini anlayamayacağını düşünür mü? düşünüyor, daha çok susuyor. sanki herkeslerin bir şahsi sözlüğü var, olaylar, anılar, anlamlar hep şahsi. ancak emek vererek öğreniyorsun diğerinin dilini. ve tabii istidat da lazım. hali hazırda kendisinin konuştuğu dile yakınsa bu arkadaşın dili kavramlar örtüşüyorsa, oh ne ala hemencecik intibak ediyor diyelim. ama sonra değişirse arkadaşlardan biri, diğeri yetişemezse o değişime ya da istekli olmazsa hiç öğrenmeye, o zaman yabancılık başlıyor işte.
istidat, emek ve isteklilik belirleyicileri gibi sanki bu öğrenme sürecinin. filmlerde romanlarda en sevdiğim şeylerden biri de bu hayali insanların tamamen yabancı birinin dilini öğrenmeye çok açık ve hevesli olmaları, sizce de güzel değil mi?