"Barış, savaşın yokluğu anlamına gelmez, o bir erdem, bir ruh hali, bir iyilik, itimat ve adalet duygusudur."
Spinoza
eskiden taş atmazdım. barışçıllığımdan değil, kurbağaları önemsediğimden de değil; hiç bir zaman değmezdi atacağım taş ürküttüğüm kurbağaya ve ben taş atmazdım. stoik bir vakarla yaşardım. (burda bir inception varmış)
keçiboynuzu da çiğnemezdim hiç, değmezdi bence bir dirhem bal için bir çeki keçi. muhakkak bir bildiği vardı enerjimin ve modumun, enerji tasarruf modundaydım. bir çeşit hayatta kalma modu. eğer tehdit varsa kabuğuna çekilir, kapını sıkı sıkı kapatır, kimselere açmazsın.
yeniden güvende olduğunda başını çıkarır bakarsın, güneş varmış, çiçekler açmış, sen de başını çıkarır ve çiçek açarsın.
güneşin açtığını bilmek için başını çıkarmak gerekir.
çiçeklenmeye değer mi, sonbaharda dökülecekseler, bahar gelmişse, baharı görmüşsen sormazsın.
güle dair bir neden yok,
gül açar çünkü açar.
angelus silesius
şimdi taş atıyorum, çiçeklenip, keçiboynuzumu çiğneyerek. taş atıyorum da kolum mu yoruluyor, yorulsun. yorulmayı önemsiyorum. namütenahi yorgunluk halini yüceltmiyorum ama yorulabilmeyi önemsiyorum. yorulabilmeyi seviyorum. taş atmanın bana kattığı şeyi, taş atma tecrübesini, çiçeklenme tecrübesini, çiğneme tecrübesini önceleyerek. kas geliştiriyorum, çiçeklenme kaslarımı.
hani şu meşhur söz var ya "hayat konfor alanının dışında başlıyor " diye, bencileyin konformist, bu sözü baştacı ediyorum, yattığım yerden bu yazıyı yazıyor olmam başımın tacı olmasını da değiştirmiyor. barış ancak onun için uyanık bir çaba harcayarak, binbir savaşın içinde gerçekleşiyor.
No comments:
Post a Comment