Bu yazi da gecen yilin yazisi ama instagramda kalmasindi cunku konu otantisite ve baglanma.
Bu kuyruğu mina'nın ariel'ine dikerken aklımdan bir sürü hikaye geçti. Küçük denizkızı hikayesini çok severim, galiba sesini kaybetmekle ilgili bir hikaye olduğu için. Ariel başka dünyanın insanı olan prense kavuşmak için kuyruğundan vazgeçiyor, ayaklanıyor ve ayak kazanırken sesinden de vazgeçmesi gerekiyor cadıyla yaptığı pazarlık böyle. Böylece küçük deniz kızı karaya çıkıp prensin yanına gidebiliyor ama sesi yok. İnsanın iki temel ihtiyacı vardır diyor Gabor Mate, yakınlık ve otantisite. Yakınlık için otantisiteden yani hakikatimizden, kim olduğumuz, ne hissettiğimiz, neye ihtiyaç duyduğumuzdan vazgeçme eğilimindeyizdir diyor. Bu tercihi yapmayı çok erken dönemde öğreniyoruz maalesef. Çünkü yakınlık çok hayati. Bunu anlatan çok çarpıcı ve çok acımasız deneyler var. 1944'de, yetimhanedeki bebeklerle yapılan deneyde sevginin bebekler üzerindeki etkisini görmek için yeni doğmuş kırk bebeğin sadece karınları doyuruluyor, altları temizleniyor ama kucağa alınmadan, göz teması kurulmadan, konuşulmadan. İlk dört ayın sonunda bebekler ölmeye başlayınca deneyi yarıda kesiyorlar. Ölen bebekler ağlamayı bırakmış, artık vazgeçmiş olanlar. Deneyi yarıda kesip bebekleri ailelendiriyorlar, ailelenen bebeklerden de sadece ağlamayı bırakmamış, vazgeçmemiş olanlar yaşamaya devam ediyor. Ailelenmeden önce vazgeçmiş olanlar yaşayamıyor. Çok sert bir şekilde bize sevgiye duyduğumuz ihtiyacı gösteriyor bu deney. Daha yumuşak daha tatlı çalışmalar da var, mesela Roseto'da bir arada yaşayan ve hastalanmayan, kalp krizi geçirmeyen İtalyan göçmenleri anlatan araştırma, sevginin, yakınlığın bizi nasıl hayatta tuttuğunu, nasıl güçlendirdiğini anlatıyor.
Neyse Ariel'e gelecek olursak tekrar, neden sesinden vazgeçti de ayağı yani prense yakın olabilmeyi seçti anlamak zor değil. Ama sese de ihtiyacımız var. Gabor Mate de ayağı yani yakınlığı seçip sesinden vazgeçen hastalarla çalışıyor. Kendi hakikatinden, ihtiyaçları ve duygularından vazgeçen kişilerin bağışıklık sistemlerinin çöktüğünü gösteren çalışmalar yapıyor. “Vücudunuz Hayır Diyorsa” kitabını ya da “caring for ourselves while caring for others” isimli konuşmasını tavsiye ederim.
Ariel'i ilk aldığımızda elbiseli bir Ariel'di ve aklıma bu dilemması geldiğinden bu elbiseli hali biraz hüzünlü geliyordu. Mina da hüzünden ya da içindeki tasarımcılık şeysinden, bebeklerine yeni elbiseler yapmak için eteklerini kesince Ariel çıplak kalmıştı, ben de otantisitesini hediye ettim Ariel'e bu kuyrukla beraber. Mina'ya anlattığım küçük deniz kızı hikayesinde de Ariel'i karaya çıkarıp, prensle ve sesiyle kavuşturuyorum ama aynı zamanda Ariel'i dolunay zamanlarında deniz kenarında bir kayaya oturtuyorum. Orada, o kayanın üzerinde oturup, deniz şarkısını söyleyince tekrar denizkızına dönüşüp denizin altına girebiliyor. Sabaha doğru da geri dönüyor. Ariel'e bu yolculukları hediye ediyorum çünkü Arielcik karaya çıkarken sadece sesinden değil, geldiği yerden, bağlarından da vazgeçmiş. Göçmen bir kadın olarak halinden anlarım Ariel.
Estes'in anlattığı Fog Kadın hikayesini hatırladım. Estes, yakınlığa kurban edilmiş otantisiteyi ve sonra o otantisitenin geri kazanılmasını, o özgürleşmeyi çok güzel anlatıyor. Hem yakın hem otantik olmak da mümkün, kolay değil ama mümkün.
not: denizkizi ya da fog kadin sembolu aslinda cinselliksizlik konusuyla da baglantili ama o baska bir zamanin konusu olsun.
No comments:
Post a Comment