oynadığımızı düşünsek, sahneye çıksak, bahçeye insek. biraz oynasak. çok doğal bir oyunculuk çıkarsak. oynamak şimdi bana oyunun birinden çıkıp diğerine girmek gibi geldi. doğallık denen şeyle alakası uçuşuyor havada. alaka bir tüyü oynuyor. hadi şimdi ağırlaşsın ve konsun yere, kurduğum bütün alakaların böyle uçuştuğunu görmek bana garip geliyor. tüy yerden bana bakıyor.
sosyallik kelimesini alıyorum raftan, belki biraz kullanırım burda bir yerlerde. eğitim kelimesini çıkarıyorum çekmeceden. ormanda maymunlar tarafından büyütülen tarzan fikrini kapatıyorum dolaba, hayvanlar alemini de. tam da kapatırken kapıyı itkisellik kelimesi fırlıyor dolaptan, elime alıp biraz inceliyorum.
yerden bana bakan pembe bir kuş tüyü var. tüyleri pembe olan bir kuş görmedim hiç. bu renk doğal olmayabilir, eğilip yerden alıyorum. şimdi elimde pembe bir tüy var, oyuncu bir tüy ve de şekilsiz bir hamur var, itkisel kelimesi gibi şekilsiz. hamuru yoğuruyorum ve tepesine bu pembe tüyü takıyorum. karşımdaki kelime değişti şimdi, evcilleşti sanki, küçük prensin evcili gibi ama o kadar evcil de değil, çünkü tepesinde pembe tüyü olan hiçbir hamur o kadar evcil olamaz. medeni kelimesine de biraz benziyor. hani vardır ya medeni ve bedevi mukayesesi. ne kadar az ilkelse o kadar medenidir, kültürü vardır, şekillenmiştir, aslından başkalaşmıştır, törpülenmiş, süslenmiştir. kafasında pembe tüyü olan bir hamura vereceğim isim medeni olunca, aklıma "medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" dizesi geliyor. sonra birden bu canavar karpuzlaşıyor zihnimde, aman tanrım bir canavar yaratmışım yerine, aman tanrım bir karpuz yaratmışım diyorum, tüm bunlar medeni karpuz tiplemesinden geliyor, bir diziden çıkıp. medeni karpuz gibi absürd bir hamur bu hamur, oyuncu hamur. sonra köşelendirip kanun yapıyorum hamuru, medeni kanun olsun biraz da.
benim doğal olanı korumak konusundaki tavrım budur işte :)
No comments:
Post a Comment