Geçtiğimiz günlerde ebeveyn tutumlarıyla ilgili birşey düşünürken kendimi varoluşçuluk, özgür irade, kader, conatus filan okurken buldum. Soru aslında şuydu; çocuğa seçenekler sunup seçtirelim mi yoksa bu budur diyip uymasını mi bekleyelim? Psikoloji kaynaklarında seçenekler sunmak cokca önerilen birşeydir ama benim cevabım seçenekler sunalım olmayacak.
Sürekli seçim yapıyor olmak zihnen yoruyor, kaygılandırıyor ve suçluluk duygusuna sebep olabiliyor.
Barry Schwartz'in bu konusmasi secim yapmanin paradoksunu muazzam bir sekilde anlatiyor:
Soruya donersek, secim yapmak bu kadar felc ediyor, kaygilandiriyor ve mutsuzlastiriyorsa bu budur diyip hic secim hakki vermeyelim mi diye sorabilirsiniz. Secememek de caresiz ve ofkeli hissettiriyor.
O zaman anne baba ne yapsin? Bunlari bir arkadasimla konusurken zihnim kader inancimiza gitti. Islami gelenekte sinirlari muglak bir alan kader konusu. Kulli iradeye ve cuzi iradeye yuklenen anlamlar farkli ekollerce farkli sekillerde ele aliniyor. Bu alanin muglakligi bile bize bir alan aciyor aslinda ve ben bu alanda hareket etmeyi seviyorum. Cunku Allah'in velim ve vekilim oldugunu biliyorum. Secerken ve uyarken, tutarken ve birakirken onunla beraberim, benimle beraber.
Peki ya cocuk diye sordugunuzu duyar gibiyim :P Seçerken seçimle ve sonuçlarıyla baş başa olmadığını bilmesi, onun yerine karar vermiş olduğumuzda da bu kararı onun yanında bir yerde durarak verdiğimizi hissettirmemiz onemli; yani kilit cevap ilişki. İlişkinin olmadığı seçim de seçimsizlik de insana ağır geliyor bence.
dünyaya fırlatıldığımızı, bunun da bir anlamı olmadığını ama bizim yine de bir anlam bulmak zorunda olduğumuzu o anlamı bulma işinde tamamiyle yalnız olduğumuzu düşünmek cok agir. Varoluscu perspektiften bakinca kaygi gercekten kacinilmaz, varolusculuk da bunu oneriyor kaygi kacinilmaz o yuzden guzelce kaygilan, kayginla baris diyor.
burada olusumuz tesaduf mu? bence degil.
not: su tiradi da cok severim