eşyalarımı kütüphanede bırakıp çıktım, okuyacağım şeylerin çoğu bitmişti, bazı notları cebime aldım, bir de kalem aldım, her an yazı yazmak isteyebilirim diye. diğer cebime de telefonla cüzdanımı. evet, biraz şişti cepler ama olsun, çanta taşımamak güzeldi. gidip bişeyler yedikten sonra avare avare yürüdüm sokaklarda, keyfim pek yerindeydi, ne bir telaşım vardı, ne de bir derdim. üstelik içim muhabbet doluydu, aklıma gelen bütün arkadaşları sevgiyle yad ettim, hepsini arayasım geldi tek tek. hatta sokakta gördüğüm herkese selam verip biraz sohbet edesim de geldi. yaşlı bir teyzeyi gülümseyerek, oyuncak arabaya binen küçük bir çocuğu ise baş parmağımla selamladım, aslında ilk önce çocuk beni selamlamıştı böyle, erbakan selamıyla. reklam filmlerinde zıp zıp zıplayıp herkese neşe dağıtarak koşturan insanlardan olmuştum bir anda. yani en azından hayalimde. içimden birilerini aramak, bir kahve içmek, muhabbet etmek de geçiyordu aslında ve fakat reklamlardaki zıp zıp insanlar gibi hemen o muhabbeti bırakıp ordan ayrılasım da gelebilirdi. bir de kimi arayacağımı da bilemedim. yazı tura atsam dedim. ama yazı tura bana kimi arasam iyi oluru söylemiyor, şunu arasam iyi olurmuyu söylüyor. biraz eksik bir bilgi. bu arada telefonum çaldı işte, güneşin altındayken tasarruf modundaki telefonumda arayan kim göremiyorum, kim olduğunu bilmeden açıyorum ve sürpriz :)
*dublörün dilemması
*dublörün dilemması