Monday, January 24, 2011

rüya

geçen gece çok rüyalar gördüm, çok ilginçti, çok zengin ve çok sembolik. seviyorum rüyaların o sembolik dilini. bu dile aktarılınca çok anlamlar kaybolur, bunları düşünürken yani gördüğüm rüyaya kimseyi davet edemeyeceğimi, şahit tutamayacağımı filan düşünürken, şu hayatta en anlatılamaz, en şahsi, en yalnız, en mahrem, en bana ait, bana özgü yaşantının rüya görmek olduğunu fark ettim ve sevdim bu yalnızlığı.


Monday, January 03, 2011

Hafifletici sepetler hafifletmiyor beni

Helallik alasım var kapı kapı dolaşıp ama olmaz işte, belki ölür giderim, belki ölür giderler ama o konuşmaları da yapamam, çünkü hayat devam ediyor, çünkü köprünün altından çok sular akıyor. Su akıyor ve “deli değilim ben” ama dönüp bakıyorum işte, bakıp bakıp dertleniyorum suyun geçtiği yerlerde değdiğim taşlara. Dertlenmeyeyim mi ya böyle ölürsek. Halbuki gitsem desem ki bak şu kadar yıl önce şu gün şöyle bir şey olmuştu, ben o gün aslında... o günü unutmadığını bilirim ama hatırlatamam da, sular akmıştır ve götüreceğini götürmüştür. Ne garip en çok hiç incitmeyi istemediklerimizi incitiyoruz, en sevdiklerimizden incinmemiz gibi. Sanki bir bıçak tutar gibi elimde, doğrultmuşum gibi kardeşime, bir bıçak tutar gibi elinde, doğrultmuşsun gibi kardeşine, şeytan doldurur, hiç oyun olur mu silahla ve insanla. Şu duvarda asılı silahın patlaması gibi, bir kere bıçak çıktıysa yaralanır biri, bıçağı elinde tutan ya da kendini koruyan. Bir kere bıçak çıktıysa yaralanmıştır kendini koruyan hiç bıçak darbesi almasa da, yaralanmıştır düş kırıklığıyla ve yaralanmıştır bıçağı tutan suçlulukla.
Bir kere bir bıçak çıkar elbet, hayat bu.

Not: sanırım şimdiye dek yazdığım en arabesk yazıydı bu, biraz ramiz dayı, biraz "my name is earl". ben herkesin gözü önünde bu kadar arabesk olmazdım da, bilhassa bir şeyler kırılsın istedim,kırılmış mı? biraz kırılsın istedim ama bi küçük not yazayım da toparlansın istedim, toparlanmış mı?