Anılardan örülüyoruz ya ilmek ilmek, bizi tam olarak
olduğumuz kişi yapan şeylerden biri hafıza mı acaba diye düşünesim geliyor.
Sonra hafıza kayıplarını hatırlıyorum.. Kayıpların kaybedene etkisi ayrı bir
konu, yakınlarına etkisini de merak ediyorum. (çok da merak etmiyorum aslında,
sabah sabah dua yerine geçmesinden
korktum şimdi) O kişiyi zihninde ördüğü anılar var ve o kişiyle beraber örülü
anılar.. Ama hafıza kaybı bir boşluk bırakıyor işte havada.
II.
Spoiler-Black Mirror 2.1 –Spoiler
Black Mirror’ın ikinci sezonunun ilk bölümünde, eşi ölen bir
kadının yasını izliyoruz. Bir arkadaşı bu yasla baş edebilmesi için ona bir
uygulamadan bahsediyor. Kaybettiğin sevgilinin yazışmalarını,
fotoğraflarını,videolarını, bütün dijital izlerini bu uygulamaya yüklüyorsun.
Sistem bunları tarayıp analiz ediyor ve sana sanki O’ymuş gibi cevap verebilen
bir yapay zeka hediyor, bir bot-sevgili.
İzleyince yine sordum, bir kişiyi tam da o kişi yapan şey ne
acaba diye ve biz birini sevdiğimizde onu tam da o kişi yapan bu şeyi mi
seviyoruz, neyi seviyoruz, nasıl seviyoruz?
III.
Yapay zekanın verdiği tepkiler avutabilir mi acaba?
Bilmiyorum.. Beyin hasarlarından sonra düşünme becerilerinde ve hızında azalma,
bozulma olan kişileri düşünüyorum.. Artık eskisi gibi kıvrak bir zekası yok,
eskisi gibi esprili değil.. Verdiği duygusal-davranışsal tepkiler bambaşka… Sanki
başka biri diyen sevgiliyi..
IV.
Spoiler- On the Road-Spoiler-Spoiler
Hani Sal ile Dean
kendilerini yollara vurdular, Meksika’da buldular “welcome to tijuana, tekila,
sexo y marihuana” dediler ya.. Nasıl da can dostuydular, nasıl da yıllardır,
yollarda..
Sonra, Sal Meksika’da hastalanınca, dizanteri olmuş da
ateşlerle boğuşurken, Dean ona öylece veda edip (bir de parasını alıp) geri
döndü ya San Francisco’ya.. Beraber takılabileceğin sağlıklı Sal ile, hasta
yatağındaki aciz Sal arasındaki farkları düşündüm.. Dean aynı Dean’di, seni her
zamanki gibi seven...
V.
Hani anılardan örülüyoruz ya ilmek ilmek, bir de anılardan
“kendimizi” örüyoruz seçerek.. Bir mozaiğin taşlarını yapıştıran şeyi düşündüm.
Bu yazı içinde “dünya tasavvuru” diyeceğim o şeyi. Bu değişir, biz yaşadıkça
değişir.. Bu değiştikçe, örülen taşlar yerinden bir atar, bozulur, sonra
yeniden örülür, yeniden yerleşir, yapışır ya. Tam o esnada geride kalan
insanları düşündüm. Sevdiği başka bir kompozisyon muydu, yoksa o minik taşların
kendisi mi acaba?
Geçtiğimiz günlerde bir şiirle tanıştım, diyor ki,
İnsan insana aşık olmaz güzelim,
İnsan insanın yanında bile durmaz.
Çok sevdim bunu.. Şiirin başında bir de sevgiliden içine
atlamasını istiyor şair*,
bir trapezin durması gibi suya
içime çok yüksek bir yerden atlar mısın leyla
başın kaşın yarılsa diplerime çarparak
kanın karışsa suyuma
yerin bütün kanunlarına kusarak
ben sana bulanayım sen bana...
bana öyle geliyor ki, insan o kadar yükseklere kendi başına
çıkamaz, yani aklı varsa çıkmaz :)
aklı var mı? Bence bir anda kendini orada bulur, öyle hayal
ediyorum yani, bir anda bir bakar ki çok yukarlarda, nasıl gelmiş ki buraya.. o
anda bir iki saniyesi olur geri dönebileceği. Boşluğuna gelirse, bir el onu
iter aşağı. İşte böylece aşka düşülür. Aşka atlanmaz bence.
Peki bir insanı tam
olarak o insan yapan ne sorusunun cevabı bir havuz gibi bir şeydir belki,
sevdiğimiz kişiyi nasıl severiz sorusunun cevabı trapez gibidir belki. Bilmiyorum ki…
* Alper Gencer
* Alper Gencer