SAYFALAR

Monday, February 28, 2011

şubat

şubat ayı benim için bir nevi hayata dönüş ayı oldu, çünkü ocak ayındaki hayatıma ben hayatta hayat demem :) o kadar çok çalıştım ki ocak ayında, artık ay sonunda bir televizyon kanalımız bile olmuştu. gündüz ve hatta akşamları çalışırken, geceleri de rüyamda çizgi filmler gördüm, rüyalarımı önce hızla geri sarıp, sonra yavaşça ileri sardım ve en iyi nerden keseceğimi hesap ettim sonra uyanıp işe gittim ve çizgifilm izledim. sonra günler gelip geçti ve bir kanalımız da olduğuna ve artık şubat ayı da geldiğine göre, biraz dinlenebilirdim, mesela altıda işten çıkabilir, bir filme gidebilir, arkadaşlarımı görebilir, gidip yeğenimi sevebilir, kitap okuyabilirdim. tüm bu vakit eskiden de benimdi sadece bir aycık çok yoğun çalışma dönemiyle eksilince hayatımdan bir andan kıymete biniverdi. iyi de oldu. hepsini yaptım, filmlere gittim, kitaplar okudum, arkadaşlarımı gördüm, elif'i sevdim, kızıltoprak'tan kadıköyüne yürüyüş yaptım, yol boyunca cezerye hanımla sohbet ettim, hakkını vereyim, cezerye hanım aslı'nın hayata dönüş harekatında aktif bir rol oynadı ay boyunca.

sonra bir gün de hiç unutmam, yani ilerde de unutmam gibi geliyor, bülbülyuvasının ofisine gittim, o seanstayken kütüphaneden bir kitap seçtim, berjere oturdum ve seans boyunca onu okudum, iki ayrı odada da seans vardı o gün.

bülbülyuvasının ofisine gitmemden bir gün önce iskender beyle konuşmuş, ona çok mutsuz olduğumu söylemiştim, ama işte ben böyleyimdir, çok mutsuz olduğum andan itibaren yavaşça daha mutlu olurum, biraz anka gibi. ama bunu nazar değdirin diye söylemiyorum, bir maşallahı hakeder bu nimet bence.


bir kitap okuduğumda bazen o kitaptaki karakter gibi oluyor iç sesim. bu akşam black swan'ı izledik ve ben dönüşte eve çıkarken asansörde arkamda duran kadın acaba gerçekte de var mı, ben ona iyi geceler derken diye geçirdim içimden, eve girince ayna karşısına geçip kara kuğu oldum biraz sonra yine beğaz kuğu oldum, sonra mor kuğu. musicovery.com'u/ açtım, bir mor kuğu lütfen dedim, suzanne diye yanıtladı, dinledim bir suzanne.


bir kitap okuduğumda bazen o kitaptaki karakter gibi oluyor iç sesim diyordum, iç sesim biraz vatanabe gibidir belki şimdi. bundan pek hoşlandığım söylenemez aslında, bundan nasıl hoşlanmıyorum? sanki boğazıma bir sinek kaçmış da, sinek oradan çıksın diye öksürüyormuşum gibi hoşlanmıyorum.

yine de şimdi biraz vatanabe'ye dönecek ve şubat ayını norwegian wood ile kapatacağım.

M.S.Fogg, Vatanabe, Kafka Tamura birbirlerine benziyor,
güzel değil mi norveç odunu?

Sunday, February 06, 2011

kader kısmet conatus

Bak Kafka Tamura. Şu an hissettiklerin, çoğu Yunan tiyatro oyununda da motif olarak kullanılan bir şey. İnsan kaderini değil kader insanı seçer. Bu, Yunan tiyatrosunun temel dünya algısıdır. Sonra, bu trajik özellik de, Aristoteles'in söylediği bir söz, ama kaderin bir cilvesi olarak, söz konusu kişinin eksikliği değil, güzelliği payanda olarak kullanır. Ne demek istediğimi anlayabiliyor musun? İnsan eksiklikleriyle değil güzellikleriyle daha büyük trajedilere sürüklenir. Sophokles'in Oidipus'u en çarpıcı örnektir. Kral Oidipus, tembelliği ve aptallığıyla değil cesareti ve dürüstlüğüyle kendi oyununun kahramanı olur. Orada, kaçınılmaz bir ironi çıkar ortaya.


sahilde kafka- haruki murakami

Her birinizde hiç birinize benzemeyen bir şey vardır," dedi onlara. "Bu sizi siz yapar. Ne ölüm ne çürüme bunu sizden alamaz. Bu kaderdir. Kaderinizdir. Ama kadere kendisini gösterecek zaman gerek. Bu yüzden genç ölene "kadersiz" deriz.Bu kararı kendi kaderinizle verin. Zalim, kaderleri yok edebilendir. Beni zalimlerden etmeyin. Gerekiyorsa onu benden çalın ve kendi yolunuza gidin!

ikiilebir-reha çamuroğlu

diyemez ki:
-neme lazım? ben kamil adam olmak istemem . razıyım kıyıda bucakta kalmış yarı akıllı yarı aptal bir herif olayım. kâh güleyim kâh ağlayayım. bana tabii yaşayışın acılı tatlılı lezzeti lazım.
evet, bir insan bu meselede iradesini kullanamaz. her kişi için, dünyaya getirdiği kuvvetlerle mütenasip bir kemal mertebesi mukadderdir.yani zekâsı, istidadı, ruhunun temayülleri ve kuvvetleri nisbetinde olgunlaşmaya mahkumdur. çok basit adeta babayânî ve beylik bir felsefe. bununla beraber necdet’e yeni ve heybetli görünüyordu; çünkü o, bunları kendi yaşamış kendi bulmuştu.kısa bir formül yaptı ve dedi ki:
-herkes kendi büyüklüğüne ulaşmaya mahkûmdur.
kader ve kısmet denilen işte buydu. gizli ve sinsi bir kuvvet değil, âşikâr bir şey. benim kaderim ve kısmetim işte ben, kendimim, ben necdet! şöyle bir bünye, şöyle bir dimağ, şöyle bir ruh ve bunların kâh müsbet kâh menfi faaliyeti yekûnu olan kaderim ve kısmetim."

kadıköyü’nün romanı-safiye erol

pera'da frida, sahilde kafka

bayan iskarpin bir aydır rüyasında beni görüyormuş. son olarak pera müzesinde frida sergisine gittiğimizi görmüş, pera'da oturup sohbet ettiğimizi. düne kadar görmediği bir yermiş müze, dün gidip rüyasındaki yerin aynısı olduğunu görünce çok şaşırmış, bunu anlatmak için aradığında ise bayan stiletto ile bu sergi hakkında mesajlaşıyordum,gitmediysen yarın beraber gidelim demişti sergiye. bu mesajlaşmadan hemen evvelinde de sahilde kafka'daydım ve kendimi bay tamura gibi hissetmedim değil bu konuşmalar esnasında. tüm bunlar tam da bayan bootie ile buluşmak için düştüğüm yollarda gerçekleşti. ve bugün bayan bootie ile bayan stiletto müzedeydiler birbirlerinden habersiz, beraber asansöre binmişler ama bayan bootie tanımamış bayan stiletto'yu bayan stiletto da emin olamamış doğru tanıdığından. yolum bir daha bu sergiye düşsün dedim bu tesadüfler üstüne, belki burası da bizim komura kütüphanemizdir.
iskarpin, bootie, stiletto, topuklu çizme ve babet.