kızlarım olursa adlarını, ülfet, inanç ve hayat koyarım,
saçlarını tararım.
SAYFALAR
▼
Tuesday, May 13, 2008
Monday, May 12, 2008
yanıyor mu yeşil köşkün lambası yaar
Dört günün ardından…
Bir sürü kapılar açılıyor emdr ile sonra kapanıyor bazısı nazikçe
Benim kapılar nazikçe açıldı ve kapandı en azından..
Her zaman o kadar nazik olmuyor bu, biliyorum..
Emdr'dan önce bazı konular vardı, şunu şunu yazayım dediğim. Benim böyle hazır konularım hep oluyor, yoğrulmamış hamurlarım. Genelde benzer benzer şeyler… kararlılık, irade konusu vardı ile’de, ben ordan doğal olana, olmayana gitmiştim zihnimde, medeniyete ve daha ilkel olana... eğitim bir de… Güven meselesi vardı biraz da ondan evvel… bunu biraz bekleteceğim.. ile’ye dönüyordu güven meselesi ve yine doğal olana olmayana..
Emdr’dan sonra.. kapılar açılmış sanki… Bıraksam öyle de çok açılacak ki… bu metafor iyi mi oldu ne..Mevzu bir tıkanma ise… Sevdim ben bu tekniği.. dün gece rüyamda david grand’in müziklerini dinlettiler bana.. Ne mi bu emdr? Bizi zorlayan tıkanmış hatıraların (his, düşünce, olay, hayal, bedensel hatıra) çift yönlü uyarım ile (sağa sola hareket eden parmağın gözle takibi, çift yönlü uyarım veren sesler, dize, ele uyarım vs..) çözülmesi işlemi özet olarak. Eye movement desensitization and reprocessing yani. Çok özet oldu ama böyle bir şey işte…
Bugün bir ara durdum, o yeşil köşkün kapısı önünde karşımdaki yeşil ağacı seyrettim. Rüzgarı hissettim. Sadece durdum öyle. Uzun bir süre. Günlerdir ilk defa durdum. Durmak ne güzel bir şeymiş…
Eve dönüş yolunda kedi olduğum eski günler geldi aklıma. Mekan hatırası da var insanın ama daha çok kedilerin. Öyle yazıyordu bir kitapta, ben o zaman kediydim, o kitabı okuduğumda. Kediler insanlardan çok mekanlara bağlanır diyordu, kedi miyim ki demiştim…
Aklıma mekanlar geldi işte, bu yeşil binayı özleyeceğimi hissettim dört günden sonra… sonra diğer bina geldi geçen yazı geçirdiğimiz, sonra içi yeşil boyalı ortası inkişaf perdeli o oda geldi, lisede duvar kenarı arka sıra, bahçede belief ağacı altı, moda, sonra yine moda ve biraz daha moda, mare serenitatis, evet ben bir kediyim, kabe.
Ookeey keep it, go on, just follow it, goood ookeey goood…
Bir sürü kapılar açılıyor emdr ile sonra kapanıyor bazısı nazikçe
Benim kapılar nazikçe açıldı ve kapandı en azından..
Her zaman o kadar nazik olmuyor bu, biliyorum..
Emdr'dan önce bazı konular vardı, şunu şunu yazayım dediğim. Benim böyle hazır konularım hep oluyor, yoğrulmamış hamurlarım. Genelde benzer benzer şeyler… kararlılık, irade konusu vardı ile’de, ben ordan doğal olana, olmayana gitmiştim zihnimde, medeniyete ve daha ilkel olana... eğitim bir de… Güven meselesi vardı biraz da ondan evvel… bunu biraz bekleteceğim.. ile’ye dönüyordu güven meselesi ve yine doğal olana olmayana..
Emdr’dan sonra.. kapılar açılmış sanki… Bıraksam öyle de çok açılacak ki… bu metafor iyi mi oldu ne..Mevzu bir tıkanma ise… Sevdim ben bu tekniği.. dün gece rüyamda david grand’in müziklerini dinlettiler bana.. Ne mi bu emdr? Bizi zorlayan tıkanmış hatıraların (his, düşünce, olay, hayal, bedensel hatıra) çift yönlü uyarım ile (sağa sola hareket eden parmağın gözle takibi, çift yönlü uyarım veren sesler, dize, ele uyarım vs..) çözülmesi işlemi özet olarak. Eye movement desensitization and reprocessing yani. Çok özet oldu ama böyle bir şey işte…
Bugün bir ara durdum, o yeşil köşkün kapısı önünde karşımdaki yeşil ağacı seyrettim. Rüzgarı hissettim. Sadece durdum öyle. Uzun bir süre. Günlerdir ilk defa durdum. Durmak ne güzel bir şeymiş…
Eve dönüş yolunda kedi olduğum eski günler geldi aklıma. Mekan hatırası da var insanın ama daha çok kedilerin. Öyle yazıyordu bir kitapta, ben o zaman kediydim, o kitabı okuduğumda. Kediler insanlardan çok mekanlara bağlanır diyordu, kedi miyim ki demiştim…
Aklıma mekanlar geldi işte, bu yeşil binayı özleyeceğimi hissettim dört günden sonra… sonra diğer bina geldi geçen yazı geçirdiğimiz, sonra içi yeşil boyalı ortası inkişaf perdeli o oda geldi, lisede duvar kenarı arka sıra, bahçede belief ağacı altı, moda, sonra yine moda ve biraz daha moda, mare serenitatis, evet ben bir kediyim, kabe.
Ookeey keep it, go on, just follow it, goood ookeey goood…
Monday, May 05, 2008
ah muhsin ünlü şiirinde biyofiliya ve nekrofiliya III
"modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum"
modern bir alışkanlıktır ölmek. çünkü gelenekte ölen hayvan imiş, aşıklar ölmezmiş.
çünkü ölmek kanlar içinde, bir anda, şedid.. hızlıdır çünkü...
doğmak bir bekleyiş gerektirir, bir tünel, bir sancı, bir ışık, bir geçiş, bir ayrılış, bir yol...
doğmanın sorumluluğu vardır çünkü...
modern bir alışkanlıktır ölmek. çünkü gelenekte ölen hayvan imiş, aşıklar ölmezmiş.
çünkü ölmek kanlar içinde, bir anda, şedid.. hızlıdır çünkü...
doğmak bir bekleyiş gerektirir, bir tünel, bir sancı, bir ışık, bir geçiş, bir ayrılış, bir yol...
doğmanın sorumluluğu vardır çünkü...
ah muhsin ünlü şiirinde biyofiliya ve nekrofiliya kavramları II
WERTHER'İN YOLUNU TUTUP
KANLAR İÇİNDE İNLEYEREK ÖLMEK
yahut
KAYS'IN YOLUNU TUTUP
ANLAR İÇİNDE DİNLEYEREK OLMAK
ya da
İNSANLAR
bir başka şiirinde
seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther'in
leş kanını
gül kılar.
"modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum"
KANLAR İÇİNDE İNLEYEREK ÖLMEK
yahut
KAYS'IN YOLUNU TUTUP
ANLAR İÇİNDE DİNLEYEREK OLMAK
ya da
İNSANLAR
bir başka şiirinde
seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther'in
leş kanını
gül kılar.
"modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum"
biyofiliya ve nekrofiliya kavramları
ilk defa alev alatlı'nın viva la muerte'sinde görmüştüm bu kavramları, hani bir kitap okudum ve hayatım değişti derler ya.. benim için öyleydi orda kimse yok mu serisi, bilhassa da viva la muerte.. biyofiliya da kitabın içine öylesine sindirilmişti ki size kitabın bunu ne kadar leziz, nefis bir biçimde anlattığımı göstermek istesem gösteremem şimdi, kitabın şurasında burasında tanımlanmış bir şey değildi, limonatanın içindeki şeker gibiydi.. ama bana bir ipucu vermişti kitap biyofiliya ve nekrofiliya'yı tanımıyla okumak istersem erich fromm'dan sevgi ve şiddetin kaynağını okumalıydım. okudum ben de, viva la muerte'deki lezzette olmasa da şöyle :
"yaşamseverlik en iyi biçimde üreticilik eğiliminde ortaya çıkar. yaşamı tümüyle seven bir kişi yaşam sürecine ve her alandaki gelişmeye ilgi duyar. elindekileri öylece tutmaktansa onlarla bir şey kurup yaratmayı yeğler. her şeye şaşırarak bakabilme gücü vardır; eski şeylerin getirdiği güvenlik duygusunun yerine, yeni şeyler aramaktan hoşlanır. kesinlik yerine yaşam serüvenini seçer.yaşama yaklaşımı mekanik değil, işlevseldir. yalnızca parçaları değil bütünü, sayısal toplamlardan çok yapısal bütünlüğü görür. insanları cansız nesnelermiş gibi şiddet kullanarak, parçalayarak, örgütsel kurallarla yöneterek değil sevgisiyle, aklıyla ve kendi kişiliğiyle etkilemek ve biçimlendirmek ister. salt heyecan yerine yaşamdan, yaşamın her türlü belirti ve görüntüsünden zevk alır."
"ölümseverler geçmişte yaşarlar; hiçbir zaman gelecekte yaşamazlar. iç dünyaları da doğal olarak duygusaldır; başka deyişle dün sahip oldukları ,-ya da sahip olduklarını sandıkları- duygularının anısını özenle korurlar. soğuk, herkesten uzak, “yasaya ve düzene” tutkun insanlardır.”ölümsever kişiyi organik şeyleri inorganik şeylere dönüştürme dürtüsü, başka deyişle yaşama tüm canlı kişiler cansız nesnelermiş gibi mekanik bir açıdan yaklaşma dürtüsü yönetir. tümüyle canlı süreçler, duygular ve düşünceler cansız nesnelere dönüştürülür. önemli olan deneylerden çok anılar, var olmaktan çok sahip olmaktır. ölümsever kişi, bir nesneye –çiçeğe ya da insana- karşı ancak ona sahip olduğu zaman ilgi duyabilir; bu yüzden onun sahib olduğu şeylere yönelen tehdit, kendisine yöneltilmiş bir tehdit gibidir; o kişi, sahib olduklarını yitirirse dünyayla olan bağlantısını da yitirir. öümsever kişilerin sahip olduklarını yitirmektense yaşamı yitirmek gibi paradoksal bir tepki göstermeleri bundandır, yaşamını yitiren kişinin, sahip olduğu şeyleri zaten yitireceğini göremezler. böyle bir kişi denetime tutkundur; denetlerken yaşamı öldürür. yaşama karşı derin bir korku duyar; çünkü yaşam yapısı gereği düzensiz ve denetimsizdir. süleyman’ın yargılama öyküsünde haksız olarak çocuğun annesi olduğunu iddia eden kadın, bu eğilime tipik bir örnektir; bu kadın canlı çocuktan vazgeçmek yerine, ikiye bölünmüş çocuğun yarısını yeğler. ölüm sever kişilere göre adalet yanlışsız bir bölme işlemi demektir; bu kişiler, kendilerince adalet saydıkları şey uğruna ölmeye ve öldürmeye hazırdırlar. “yasalara ve düzene” taparlar- yasayı ve düzeni tehdit eden her şey onların gözünde benimsedikleri yüce değerlere karşı girişilmiş olan şeytanca bir saldırıdan başka bir şey değildir."
“insanların her şeyin tümden yok edilmesinden korkmamaları, ya yaşamı sevmemelerindendir; ya yaşama karşı umursamaz olmalarından, ya da giderek çoğunun ölüme çekilmelerindendir.bir bakıma bu varsayım insanların yaşamı sevip ölümden korktuklarını dahası kültürümüzün önceki kültürlere göre insanlara daha çok heyecan ve eğlence sağladığını söyleyen varsayımla çelişmektedir. öyleyse şunu sormamız gerekir: bizim eğlence ve heyecan dediğimiz şey yaşama sevincinden ve yaşam sevgisinden çok başka bir şey olmasın?yaşam, yapısal bir gelişmedir bu nedenle yapısı gereği sıkı bir denetim altında olamaz ya da önceden belirlenemez. yaşam alanında ancak sevgi, uyarma, örnekleme gibi yaşam güçleriyle etki sağlanabilir. yaşam ancak tek tek örnekleriyle bir bireyde, bir kuşta, bir çiçekte algılanabilir. “kitleler” in yaşamı diye bir şey, soyutlanmış bir yaşam yoktur. günümüzde yaşama yaklaşımımız gittikçe mekanikleşmektedir. başlıca amacımız nesne üretmektir, bu nesnelere tapma süreci içinde kendimizi de mala dönüştürmekteyiz. "
böyle işte...
"yaşamseverlik en iyi biçimde üreticilik eğiliminde ortaya çıkar. yaşamı tümüyle seven bir kişi yaşam sürecine ve her alandaki gelişmeye ilgi duyar. elindekileri öylece tutmaktansa onlarla bir şey kurup yaratmayı yeğler. her şeye şaşırarak bakabilme gücü vardır; eski şeylerin getirdiği güvenlik duygusunun yerine, yeni şeyler aramaktan hoşlanır. kesinlik yerine yaşam serüvenini seçer.yaşama yaklaşımı mekanik değil, işlevseldir. yalnızca parçaları değil bütünü, sayısal toplamlardan çok yapısal bütünlüğü görür. insanları cansız nesnelermiş gibi şiddet kullanarak, parçalayarak, örgütsel kurallarla yöneterek değil sevgisiyle, aklıyla ve kendi kişiliğiyle etkilemek ve biçimlendirmek ister. salt heyecan yerine yaşamdan, yaşamın her türlü belirti ve görüntüsünden zevk alır."
"ölümseverler geçmişte yaşarlar; hiçbir zaman gelecekte yaşamazlar. iç dünyaları da doğal olarak duygusaldır; başka deyişle dün sahip oldukları ,-ya da sahip olduklarını sandıkları- duygularının anısını özenle korurlar. soğuk, herkesten uzak, “yasaya ve düzene” tutkun insanlardır.”ölümsever kişiyi organik şeyleri inorganik şeylere dönüştürme dürtüsü, başka deyişle yaşama tüm canlı kişiler cansız nesnelermiş gibi mekanik bir açıdan yaklaşma dürtüsü yönetir. tümüyle canlı süreçler, duygular ve düşünceler cansız nesnelere dönüştürülür. önemli olan deneylerden çok anılar, var olmaktan çok sahip olmaktır. ölümsever kişi, bir nesneye –çiçeğe ya da insana- karşı ancak ona sahip olduğu zaman ilgi duyabilir; bu yüzden onun sahib olduğu şeylere yönelen tehdit, kendisine yöneltilmiş bir tehdit gibidir; o kişi, sahib olduklarını yitirirse dünyayla olan bağlantısını da yitirir. öümsever kişilerin sahip olduklarını yitirmektense yaşamı yitirmek gibi paradoksal bir tepki göstermeleri bundandır, yaşamını yitiren kişinin, sahip olduğu şeyleri zaten yitireceğini göremezler. böyle bir kişi denetime tutkundur; denetlerken yaşamı öldürür. yaşama karşı derin bir korku duyar; çünkü yaşam yapısı gereği düzensiz ve denetimsizdir. süleyman’ın yargılama öyküsünde haksız olarak çocuğun annesi olduğunu iddia eden kadın, bu eğilime tipik bir örnektir; bu kadın canlı çocuktan vazgeçmek yerine, ikiye bölünmüş çocuğun yarısını yeğler. ölüm sever kişilere göre adalet yanlışsız bir bölme işlemi demektir; bu kişiler, kendilerince adalet saydıkları şey uğruna ölmeye ve öldürmeye hazırdırlar. “yasalara ve düzene” taparlar- yasayı ve düzeni tehdit eden her şey onların gözünde benimsedikleri yüce değerlere karşı girişilmiş olan şeytanca bir saldırıdan başka bir şey değildir."
“insanların her şeyin tümden yok edilmesinden korkmamaları, ya yaşamı sevmemelerindendir; ya yaşama karşı umursamaz olmalarından, ya da giderek çoğunun ölüme çekilmelerindendir.bir bakıma bu varsayım insanların yaşamı sevip ölümden korktuklarını dahası kültürümüzün önceki kültürlere göre insanlara daha çok heyecan ve eğlence sağladığını söyleyen varsayımla çelişmektedir. öyleyse şunu sormamız gerekir: bizim eğlence ve heyecan dediğimiz şey yaşama sevincinden ve yaşam sevgisinden çok başka bir şey olmasın?yaşam, yapısal bir gelişmedir bu nedenle yapısı gereği sıkı bir denetim altında olamaz ya da önceden belirlenemez. yaşam alanında ancak sevgi, uyarma, örnekleme gibi yaşam güçleriyle etki sağlanabilir. yaşam ancak tek tek örnekleriyle bir bireyde, bir kuşta, bir çiçekte algılanabilir. “kitleler” in yaşamı diye bir şey, soyutlanmış bir yaşam yoktur. günümüzde yaşama yaklaşımımız gittikçe mekanikleşmektedir. başlıca amacımız nesne üretmektir, bu nesnelere tapma süreci içinde kendimizi de mala dönüştürmekteyiz. "
böyle işte...